şehremini ve grilerin kedisi

gecenin bir vaktinde şehremini meydanı hala hareketli. istanbul'da, fatih'te bir kedi gördüm. apak tüyleri griye çalmış bir sokak kedisi.
parkın banklarına bitişik yatarken tüylerini hırsla yalayarak beyazlatmaya çalışıyor.
kimbilir neredeki balıkçıdan hangi balığın kılçığını yürütürken kirletti üstünü diyorum. sesli sesli yalanmaya devam ediyor..
aynı esnada bacaklarının hareketlenmesiyle de yere sürtünüyor sırtıyla. ne zaman söz nankörlükten açılsa kadına kedi benzetmesi yapılır ya.. tek kulpundan tutulmuş bir testi gibi havada kalıyor bir an benzetme beynimde. ikisinin de dokunmaya ve dokunulmaya bu denli ihtiyacı olması neden atlansın ki? bu kedi kesin dişi diyorum.

hüzünlü bir mart günü

yalancı bahar geldi geleli motora binmeye başladım, bu sayede öğlenleri yüzüyorum. hayat böyle daha rahatmış diyorum. ama arada birşeyler çıkıyor, tepetaklak oluyorum. zaten son zamanda hep negatif şeyler yaşayınca yazma ihtiyacı hissediyorum.
derdim sokağımızın biricik bekçi köpeği. bazen karabaş, bazen çomar. kim ne derse adı o. isimsiz ama sahipsiz değil. sokak ahalisi ucundan sahiplenmekte belli belirsiz. geceleri çöp dökerken önüne bir-iki lokma atmalar hayvanı kimbilir ne mutlu eder der dururdum. insanlara bir başkası için birşey yapmanın zevkini dolaylı yoldan tattıran çomarımıza bir seferinde pastırma bile vermiştim. nedense yememişti.
gördüğüm şey zavallı köpeciğin kazadan sonraki haliydi. bir kaza geçirmişti, belki bir motor belki de araba çarpmış, bacağını ezmişti. sekerek yürürken zorlandığı her halinden belliydi. içim cız etti sözünü ne zamandır böylesine hissetmemiştim. kask olmasa, aynadan bir anda rengimin solduğunu göreceğime eminim o an için konuşursak. bencilce keşke görmeseydim diyorum hala.. keşke ona bişey olmasaydı, keşke sokağa gelince onu herzamanki yerinde yatarken ya da çetedeki arkadaşlarıyla oynarken görseydim.
yağmurlar hüzünleri getirirmiş. sanıyorum bu yazıyı başka türlü bağlamam olanaksız.